Editör / Sanat Sözü Güzelleştirme Çabasıdır

Cyrano De Bergerac, Tiyatro tarihinin en ünlü oyunlarından biridir. Fransız yazar Edmond Eugène Alexis Rostand’ın (1868-1918) bu eserinde; söz ustalığının müstesna örneklerinden biriyle karşılaşırız. Yazar kahramanının dilinden gerçekten farklı edalarda bir düzine söyleyiş örneği olabileceğini dillendirir. Her söyleyiş edası muhatabında farklı bir algıya yol açacak ve fakat bir düzine farklı edanın ürünü farklı cümlenin hiçbiri asıl murat olan anlamı değiştirmeyecektir. Bu son derece dikkat çekici gerçeğin böyle ustaca örneklendirilmesi ise başlı başına bir söz ustalığıdır.
Valvert, Cyrano’yu küçük düşürmek amacıyla karşısına geçer, tepeden bakan, kibirli tavrıyla, “Burnunuz ne kocaman” der. Cyrano “Evet” diye cevap verir “Evet, pek kocaman. Hepsi bu kadar mı?”
Cyrano, sözlerine şöyle devam eder; “Bu kadarı az delikanlı! Halbuki neler neler bulunmaz söyleyecek! Asıl iş edada”
Eda, söyleyiş tarzı, sözün ağızdan çıkarken başvurulan üslup. Söz veya cümledeki ana maksat olan anlam değişmeden, farklı biçimlerde nasıl söylenebileceğine dair bir dizi örnek sıralar Cyrano.
“Burnunuz ne kocaman” basit ve doğrudan söylenmiş bir cümledir. Valvert bu cümlesiyle ona hakaret etmek istemektedir. Bu hakarete “benim burnum kocaman ama sen de aptalsın, bu cümleyi böyle doğrudan ve basit bir şekilde kurmak yerine farklı edalarla farklı biçimlerde kuracak zekâdan mahrumsun” demektedir.
Hoyratça bir edayla söyleyebilseydin, “Burnum böyle olsaydı, mösyö, mutlak dibinden kestirirdim” derdin. Dostça bir eda ile cümle “Yana yatmaz mı, senden evvel davranıp kadehine batmaz mı?” şekline girebilirdi. Tarif edasıyla “Burun değil bir kere, coğrafyada böylesine dağ denir, dağ değil, yarımada” şeklinde olurdu. Meraklı bir edaya bürünseydi, “Acaba neye yarar bu alet? Makas kutusu mudur, divit midir izah et” denirdi. Zarif bir eda, “Kuşları sevdiğiniz besbelli! Yorulmasınlar diye yavrucaklar, temelli bir tünek kurmuşsunuz”
Bergerac; cümlenin kaç farklı şekilde söylenebileceğini göstermeye devam eder. Pürneşe, müşfik veya bilgince, nobran veya şairane, hazin, safça, hürmetli, sivri dilli, akıllı tavırların herhangi biriyle söyleyebilirdin. Her birinde bu cümle farklı şekilde kurulurdu. Anlam değişmezdi ama söyleyiş değişirdi. Cümlenin anlamından belki daha önemli olan onu söyleyişteki eda idi. Ve sende bu edanın önemini idrak edecek zekâ yok. Bu edalar arasındaki nüktelerin farkına varacak derecede zeki değilsin. Eğer bu nükteleri yapacak kudrette olsaydın bu kalabalık topluluğun içinde söyleyecek cesaretin olmazdı. Bilirdin ki her birinde kılıcımı karşında bulacaksın” der.
Söz ustalığına dair söze girmeden önce sözün tek başına mucize oluşuna değinmek gerekir.
Sanat, bu açıdan bakıldığında “sözü güzelleştirme çabasıdır” şeklinde de tanımlanabilir.
Şair Nabi’nin “söz hazinesinin anahtarı bana verildi” dizesinde bu hususların tamamını bulabiliriz.
Birincisi, sözün hazine değerinde oluşunu ilandır. Kelimenin “İnci”, “mercan” “güher” “gevher” gibi metaforlarla ifade edilmesinde bunların hepsinin saklandığı bir hazinenin varlığından bahsedilmektedir. Bir kat daha derin katmana inilirse kaderin yazıldığı levhi mahfuzun bu hazinenin saklı olduğu yer olduğuna dair imaya ulaşılabilir. Çünkü levh-i mahfuz olmuş ve olacak ne varsa, bütün varlıkların, bütün nesnelerin ve bütün anlamların esaslarının kayıtlı olduğu yerdir. Kaderde karşımıza çıkacak bütün ihtimaller orada kayıtlıdır. Her nesnenin ve her anlamın birbiriyle ilintisi orada kurulmuştur. Hakkında soru sorulmanın bile doğru bulunmadığı yerdir. Bütünüyle insan idrakinin dışındadır.
İkincisi, bu hazinenin tamamının bir kişiye verilmediği, bir mülkiyetin değil bir kullanım hakkının söz konusu olduğu anlatılmaktadır. Çünkü verilen hazinenin kendisi değil hazinenin anahtarıdır. Elinde anahtarı olan o hazineye girecek içinden ihtiyacı olan mücevheri alacak, dolaşıma sokacak ve fakat mücevher esas itibarıyla o hazineye ait olacaktır.
Üçüncüsü, bu anahtarın kazanılmış ve sahiplenilmiş bir hak değil verilmiş bir lütuf veya ihsan olduğuna dair ikrardır. Bu ifade söz sahibinin övünürken dahi tevazudan uzaklaşmadığını gösterir. Böylece iki zıttı birleştirecek bir söz ustalığına hayran olmaktan başka seçenek kalmaz.
Sanatı sözün güzelleştirme çabası olarak değerlendirmek sözün gücünü kötüye kullanmaktan koruyan bir yol açar önümüze. Söz tek başına iyiye de kötüye de kullanılabilir. Sözün gücünü kötüye kullanmadan sakınmanın bir yoludur sanatla uğraşmak, sanata değer vermek, sanatçıya itibar göstermek.
Tıpkı “Bizim Yunus”un dizelerinde yüz yıllar öncesinden müthiş bir söz ustalığıyla söylediği gibi.
Keleci bilen kişinin yüzünü ağ ede bir söz
Sözü pişirip diyenin işini sağ ede bir söz

Söz ola kese savaşı söz ola bitire başı
Söz ola ağılı aşı bal ile yağ ede bir söz

Kelecilerin pişirgil yaramazını şeşirgil
Sözün us ile düşürgil dimegil çağ ede bir söz

Gel ahî ey şehriyâri sözümüzü dinle bâri
Hezâr gevher ü dinârı kara taprağ ede bir söz

Kişi bile söz demini demeye sözün kemini
Bu cihân cehennemini sekiz uçmağ ede bir söz

Yürü yürü yolun ile gâfil olma bilin ile
Key sakın ki dilin ile cânına dağ ede bir söz

Yûnus imdi söz yatından söyle sözü gayetinden
Key sakın o şeh katından seni ırağ ede bir söz

Söz zehiri bala, cehennemi cennete dönüştürecek bir güce sahiptir.
Ustamızın “her şeyin güzeli güzeldir ama sözün güzeli bir başka güzel olur” dediği gibi sözün güzelleşmesine dair çaba bu büyük mucizeye minnet ve şükran izharı gibidir.
*