Bu taraf mahallede “sanat” kültür” “estetik” gibi kavramlara pek iltifat edilmediği bir gerçek. Eski kitaplarda tavsiye edilen şey için “mücerreptir gaflet olunmaya” şeklinde bir uyarı var. Denenmiştir, bu sonuç alınmıştır, sakın ola ki hafife almayasanız anlamında bir kalıp. Mücerrep olan şey konusunda sayısız örnek yaşamışızdır. Dolaşımda olan sanatsal olarak etiketlenen ürünlerden şikâyetlenen, bunların inanç ve ahlak umdelerine aykırılığından bizar olduğunu söyleyen çok insan var. Bir adım ötesi bunların kasıtlı olduğuna, “bir Yahudi oyunu olduğuna” inanan insan sayısı da az buz değil.
Buraya kadar bir sorun yok.
Sorun şurada; şikayetlendiği şeylerin tüketici sayısına baktığımızda kendisinin de işin içinde olduğu ortaya çıkıyor. Tarihimizin sanat güneşleri (!) büyük insanları (!) yeri doldurulamayacak büyük ustaları (!) için düzülen övgüler ve mersiyelerin göstergesi kaç kişiye hitap ettiğiyle ölçüldüğüne göre bu kişi sayısının bahsi geçenlerin aynı dünya görüşünü paylaşan kişiler olması mümkün değil. İfade haddini aşmasın diye çok yuvarlandı. Daha doğrudan söyleyelim. Yakın geçmişimizde muhtevası ileri derecede pornografik -hatta sapkın- bir roman yayınlandı. Yüzbinlerce sattı. Konusunun bir bölümü 31 Mart vakasını işlediği için satın alan -veya tüketen- yüzbinlerin çoğunluğu ahlak konusunda hassasiyeti olan ahaliydi.
Yıllarca önce Ankara’da bir el sanatları sergisi gezmiştik. Âdettendir diye çıkışa bir defter koymuşlar. İzlenimlerini yazmak isteyenler için. Karıştırınca “kardeşim, bunlar geçici dünyanın heveslerinden, bu işleri bırak da Allah’ın rızasını kazanmaya bak” mealinde uzunca bir yazı gördük. Şaşırdık, öfkelendik de. Yazıyı yazanın emeğe, çabaya, güzelliğe dair bir şey hissedip onu dışa vurmaya karşı bu saygısızlığa hakkı yoktu. Hele bunu dindarlık adına yapmasının kabul edilebilir bir tarafı hiç, hiç yoktu. Altına “Allah güzeldir, güzeli sever” hadis-i şerifini not düşüp çıktık.
Toplumsal davranışlarımız bir sarkaç gibi. Güzel şiirler yazan bir şaire hayatın sırrını verecek evliyadan biri muamelesi yapmakla bu konuda emek harcayanları yok saymak, çevresinde okuyup yazan birini görünce bıyık altından gülerek tahkir ve tezyif etmek arasında gidip geliyor. Bu bir uçtan diğer uca savrulan sarkaç birgün dengesini bulur mu, bilmiyoruz. Temel hakikatlere sığınmak en iyisi, şikâyet etme, kendin işin neresindesin ona bak ve unutma ki marifet iltifata tabidir.
Neden böyle?
Bu sorunun cevabı değil buraya ciltler dolusu kitaba bile sığmaz. İltifat ve beğenisini beş para etmez çapaçul şeylere harcama alışkanlığından tutun da bu çapaçul şeylerin insan zihninin ilgili bölümünü tahrip etmesine, tahrip edilmiş zihnin sanatın güzelliğin estetiğin takdir ve tebcilinden mahrum kalmasına kadar, gelenekle modernite arasında sıkışan insanın şaşkınlığına kadar, hızla irtifa kaybedip nihayet yerlerde sürünen sanatın pervasızca sanat ille de güzeli konu almak zorunda değil çirkinlikte de sanat olabilir diyenlerin elinde oyuncak olmasına kadar, sanat bir oyundur ancak toklar oynayabilir vecizesinin izdüşümü olarak aç kalmış, aç bırakılmış bir kitlenin karnı doysa bile bir türlü doymayan gözünün her şeyi, ama her şeyi tüketme histerisine kadar yüzlerce sebep sayılabilir.
Belki bu babda üzerinde en çok durduğumuz, sanatın sınıfsal bir ayrışma olarak görülüp konuya ilgi duyanların iğrenç egolarını şişirmeye yarayan bir araç olarak kullanılması oldu. Bu tiplerin iticiliği sanata karşı duyulan ilgiyi de kökünden silip attı. Avrasya Tunelinin inşası sırasında yer altından çok eski kalıntılar çıkmış bu yüzden anıtlar kurulu tarafından çalışmalar birkaç sene durdurulmuştu. Kurulun gerekçeleri haklı olabilirdi ama konuyu tartışanların bir “amfora” deyişleri vardı ki duyan kişiyi böcek gibi ezecek kendini “Allah belamı versin ne kadar cahilim” diyecek derecede kötü hissettirecek bir tınısı vardı. Zavallı bizler amforanın Yunanca şarap çanağı demek olduğundan bihaberdik. Gerçi böyle deyince tarihsel değeri ne olabailir bu kırık çanak çömlek parçacıklarının düşüncesi de doğmuyor değildi. Amfora deyince olay başka, şarap çanağı deyince başka oluyordu.
Desti desek ne olurdu?
Desti bizim kaynaklarda çok faklı bir düzlemde işlenmişti. Ömer Hayyam’ın desti metaforu, destinin kulplarının bir zamanlar iki sevgilinin birbirlerine sarılmış kolları olduğunu söyleyen rubaisinde, insanın topraktan gelip toprağa gidişine dair telmih düşündürücüydü. Sanatın zirvesiydi. Estetikti. Felsefiydi. Fuzulî’nin “eğer sevgilinin elini öpmek arzum gerçekleşmeden ölür gidersem, toprak olmuş bedenimden bir desti yapın, sevgiliye onunla su sunun, böylece dudaklarım onun eline değecek, onun elini öpmek arzum gerçekleşmiş olacak” dediği beyti de keza böyleydi.
Mevlâna, Mesnevi’nin ikinci cildinin 1032. Beytinde, Nahifî’nin manzum tercümesiyle;
“Ta be key nakş-ı sebûya piç u tab / Geç sebu nakşından ol cûya-yı âb” diyor.
Bu mısralar bugünün Türkçesine şöyle aktarılabilir:
[Şu destinin süsüyle oyalanmayı bırak / Geç kabın nakşından da su içmene bak]
Böylece konunun çok başka bir yere gittiği görülecektir. Burada vurgulanan desti değil, destinin üzerindeki süs ve nakış da değil içindeki su. “Geç kabın nakşından” ifadesini, süsü güzelliği -veya sanatı- bırak, destiyi eline alınca içindeki suyu içmeye bak şeklinde anlarsak vahim bir hataya düşmüş oluruz. Sekiz yüz yıl önce güzelliğin ve estetiğin temellerini atmış, yüzyıllar boyunca, şiirin, musikinin, hattın, tezhibin geleneğini başlatmış, bugün sanat denilince göğsümüzü gere gere işte budur diye gösterebildiğimiz şeylerin her birinde onun gönül ufkundan gelen esintiyi hissettiğimiz kişinin güzellik önemli değildir, önemli olan faydadır demesi mümkün mü?
Yoksa söylenmek istenen şu olabilir mi: “Destiyi eline alınca önce onu süslemek için harcanan emeğe dikkat et. Güzelliğin nasıl insan ruhunun ihtiyacı olduğunu unutma. Ama oraya takılıp kalma her güzelliğin bir ileri boyutu, bir üst mertebesi, bir farklı etkisi olur. Zaten insanın güzelliğe ihtiyacı da bundandır. Her ileri merhalede insan biraz daha gelişir, biraz daha yükselir. Destinin içindeki “su” her nesnenin batınını, iç yüzünü, özünü, ruhunu simgelemektedir. Destinin üzerindeki nakışta kalırsan güzelliğin ileri merhalesine sıçramaktan mahrum kalırsın”
Bu iltifat ve rağbet noksanlığının, bu kadir kıymet bilmezliğin, bu nobranlığın yüzlerce sebebinden bir tanesi de bu tarzdaki yanlış anlamalar olabilir.
Muhtemeldir gaflet olunmaya.
*
Editörden_Amfora
