Bazı cümleler vardır. Ayakları yere basmaz. Ama güzeldir. Ayaklarının yere basmıyor olması güzelliğinin içinde fark edilmez bile. Şu herkesin bildiği dolaşımda olan “bir kitap okudum hayatım değişti cümlesi” öyledir. Bir tarafında hayatını değiştirmek arzusu, diğer tarafta bu değişikliği bir kitap aracılığıyla yapma sağlamlığı, öbür taraftan kitabın önemine yapılan vurgu… Güzel bir cümle olmakla beraber sadece herhangi bir kitabı övmek amacıyla tekrar ediliyor olması nahoş. Çünkü “bir kitap” değil birçok kitap bu değişikliği yapmakta bile zorlanıp durmaktadır. Hal böyle iken kitapsız kalanların, kitaplarla irtibatları kopuk olanların işleri gerçekten zor.
Hayatımı değilse bile hayatım kadar sürekli kafamda taşıdığım yanlışlığı düzelten bir kitap okudum. Ne kadar mutluyum, müellifine ne kadar kitapla beni buluşturan aziz dostuma ne kadar müteşekkirim minnettarım anlatamam. Önceliğim o yanlışlık olsun sonra konuya geleyim.
Geçmiş medeniyetimizle ilgili olumlu olumsuz yazılıp söylenenler bir külliyat değil yüzlerce kütüphane oluşturur. Şahsen kafama çakılmış yıllardır içimde taşıdığım yanlış bu konuyla ilgili. Geçmiş düşmanlarıyla mazi hayranlarının savaşının içinde kayda değer insanlardan biri Merhum Mehmet Akif’tir. Onun yeni kurulan devlete can suyu veren fikriyatı arasında mazi hayranlığı yoktur. Her ne kadar kendisi o mazinin temsilcisi olarak görülmüş, itelenmiş, ötelenmiş, ezilmiş ise de fikir olarak bunun yapanlardan daha yenilikçidir.
“Medresen var mı senin? Bence o çoktan yürüdü!
Hadi göster bakayım, şimdi de İbn-i Rüştü
İbn-i Sina niye yok? Nerde Gazali görelim?
Hani Seyyid gibi Razi gibi üç beş alim?
En büyük fazlınız bunların asarından
Belki on şerhe bakıp bir kuru mana çıkaran
Yedi yüzyıllık eserlerle bu dinin hala
İhtiyacını kabil mi telafi? Asla…
Bu güçlü mısraların benim anladığım şeyi söylüyor olmaması muhtemel ama ben -sanıyorum hatırı sayılı bir kitle ile beraber- bugüne kadar hep yazılan şerhleri hafife aldığı şeklinde anladım. Eserin kendi varken, şerhe ne gerek olsun ki, şerh eden kadar herkes anlamalı, bir eseri anlamak için bir başkasının şerhine muhtaç olunmasaydı daha iyiydi diye düşündüm. Mesela Mesnevi için onlarca şerh var. Hepsini bir kenara bırak, al kendisini oku demekti. Peki, şerhler de kendi kaynağımız değil miydi? Şerhi bir kenara atmak kendi kaynağımıza ulaşmamızın yine kendimiz tarafından konulmuş engeli olmayacak mıydı?
Okuduğum ve okumakla gönendiğim bu eser bahse konu bu çelişkiyi sadece bir cümle ile çözmüş.
“Şerh bir telif biçimidir” diyor.
Nasıl olmuş da meseleye bu açıdan bakamamışız, bir kaynak esere yapılan şerhin bizatihi kendisinin de bir kaynak eser, bir telif olduğu aklımıza gelmemiş. İçine girilirse çıkılması çok da kolay olmayacak bir konudur bu.
Ama kitabın neredeyse her bölümü, aynı nitelikte yüzlerce kitaba mevzu olacak derinlikte, önemde, kapsamda.
Bu kitap:
Kapağında “Osmanlı Düşüncesi” adıyla çıkmış.
Künyesinde şu bilgiler bulunuyor.
- Tire Kitap Yayınevi
- İstanbul 2021
- 2. Baskı
- 218 Sayfa
- 2020 Türkiye Yazarlar Birliği Fikir Ödülü
- 2021 Necip Fazıl Fikir Araştırma Ödülü
İçeriği hakkında ne özet yapmak ne kırpma bilgiler sunup makas işi bir metin ortaya çıkarmak haddimiz değil. Aynı zamanda böyle bir şeye teşebbüs saygısızlık da olur endişesi taşımaktayız. Henüz neden “Türk Devletleri” “Türk” adı yerine devleti kuran hanedan adıyla anılmayı tercih etmiş. “Babürlüler” “Safaviler” “Selçuklular” Osmanlılar” gibi kurucu aile adıyla anılıyorlar problemi konusunda bile hiçbir fikrimiz yokken “Düşünce” denince “Osmanlı” Türk” “İslam” gibi bir başlık kullanmak bizi meseleye ne kadar yaklaştıracaktır? İşin hem başlangıcının hem ana unsurunun hem varlık sebebinin “düşünce” “felsefe” olduğunu tekrar hatırlarsak, siyasal askeri hatta ilim gibi hamasetimizin belki ayakları yere basacaktır.
Böylece bu eserin okunmasının lüzumu üzerine bir fıkıh âliminin fetvasına ihtiyaç da duymayız.
Kitabın arka kapağında ki tanıtıcı metin oldukça iyi seçilmiş. Buraya almakta fayda mülahaza edilir.
“Genel olarak Türk İslam Medeniyeti özel olarak da Osmanlı Medeniyeti hakkında yapılan çalışmaların en zayıf kısmı genellikle düşünce ve ilimle ilgili olanıdır. Bu zayıflığın en önemli gerekçesi “Türklerin askeri, idari ve siyasi alanda ortaya koydukları başarıyı düşünce alanında koyamadıkları dolayısıyla da olmayan bir şeyi anlatmanın mümkün olmadığı” şeklinde özetlenebilir. Bu yaklaşıma göre Türkler askeri idari ve siyasi açıdan yüceltilirken ilim ve düşünce açısından esaslı eksikliklerle malul olarak takdim ediliyor”
Kitapta; bu değerli eserin pek değerli müellifi hakkında şu bilgiler bulunuyor:
Tahsin Görgün
1961 Sivas Doğumlu. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ni Elmalı Hamdi Yazır’ın Görüşleri ve İlim Felsefesi” başlıklı bitirme teziyle tamamladı. Berlin Üniversitesinde “Dil Davranış Hüküm” başlıklı tezi ile Fıkıh Usulü ve Felsefe Doktorası. 1995 Yılı (İslam Araştırmaları Merkezi’nde) araştırmacılık. Frankfurt ve Viyana Üniversitesinde misafir hocalık.
Yayınlanan Eserleri:
Muhtelif Dergilerde Makaleler
Sprache, Handlung Norm (1198)
Anlam ve Yorum (2003)
İlahi Sözün Gücü (2003)
Varlık ve Bilgi Kaynağı Olarak Kuran (2003)
Türkiye’de İslami Düşünce Geleneği (2019)
Müteşekkir ve minnettarız pek değerli hocam! Yolunuz açık sa’yiniz meşkur olsun. Sizin satırlarınıza bitirmek isterim.
[Yeni yetişen çok gayretli becerikli dünyaya açık dünyada olup bitenlere vakıf ve kendi geçmişinin ve birikiminin de farkında olan yeni ve güçlü bir nesil geliyor. Ben bunun şahidiyim. Öyle olduğu için de yakın gelecekte muhtemelen bu konuşmaları bu şekilde yapmayacağız. Çünkü her şey çok farklı olacak] (48)