Müzeyyen Ağrıkan Şeyh Galip ve Abide Şiiri

Şeyh Galip veya Galip Dede veya asıl adıyla Mehmet Esat (1757)

Lakabından da anlaşılacağı üzere bir tasavvuf büyüğü. Âlim. Galata Mevlevi hanesi şeyhi, Padişah Üçüncü Selim’in yakın dostu. Bunlardan daha fazlası olarak şiir burcunun yüksek yıldızlarından biri.

Şair.

Onun şairliği, “Gök kubbe altında söylenmedik söz mü kaldı?” sorusunun cevabı belirsiz olsa da konuyla ilgili mutlak bir hakikati işaret eden yerde duruyor. Söylenmedik söz olup olmadığı bir bahsi diğer asıl mesele henüz aşılmamış, aşılamamış ve belki aşılamayacak şiirler olduğu hakikati.

“Hoşça bak zatına kim zübde-i âlemsin sen” mısraı ile başlayan Şeyh Galip’in meşhur şiiri bunlardan biridir.

Şeyh Galip’in şiirlerindeki seyri sülük muhtemelen uzun ve sancılı bir yoldu. Şiirin biçim içine sıkışmasını görmüş anlam üzerine yürümüştü. Sembollerde anlamları aktarmada adeta şiire bir sıçrama yaşatmış, böylece kendisinden iki yüz yıl sonra gelecek şairlere bir yol açmıştı. Öncüllerden biriydi.

Divanı var.

Haşiye yazdı.

Tezkire kaleme aldı.

Bahsi geçen şiir burcunun yüksek yıldızı eserlerinden biri “Hüsn ü Aşk”tır. Mesnevi tarzında yazılmıştır. Erbabına malum olduğu üzere mesneviler tahkiye sanatı idi. Tahkiye soyut bir anlamı bilinen somut bir varlık aracılığıyla zihne aktarma becerisiydi.  Fıtri bir ihtiyaçtı. Buna modern kelimeler uydurmak konunun önemini sığlaştırmaya yol açtı. “Allegori” “metofor” gibi Frenkçe “teşbih” “istiare” “mecaz” gibi bizden tabirler konuyu tam olarak anlatmakta yetersiz kaldı.

Şeyh Galip “Güzellik / Hüsn” ve “Aşk” gibi iki soyut kavramı bilinen somut bir gerçeklik üzerinden zihnimize ulaştırma çabasındadır bu muazzam eserde. Bunu Nasıl Yapıyor?

Hikâyeye “Araplarda bir kabile vardı, bütün güzel huylar bunlardaydı” mısraı ile başlıyor.

Bir gece bu kabile ulularından ikisinin çocukları doğar. Birinin kız diğerinin erkek. Kıza Hüsn derler erkeğe Aşk. Ve ikisini birbirine beşik kertmesi yaparlar. Çocuklar büyür. Büyüdükçe şahıslar ve olaylar gelişir.

Edep: Gittikleri okul

Molla Cünun: Okulda ders veren hocaları

Halvetgâh: Aşka ait gizli yer, Hüsn, arada sırada oraya gider

Mana: İkisinin gezmeye gittikleri bir bahçedir

Feyz: Mana bahçesinde bulunan havuz

Suhan: Mana bahçesinin rehberi, her şeyi bilen, anlayan bir ihtiyar. Hüsn ve aşk Suhan ile haberleşirler

Hayret: Kabile içinde yaşayan ve ikisinin birleşmesine mâni olan kişi, hikâyenin kötü adamı

Gayret: Aşkın lalası

İsmet: Hüsnün dadısı

Aşkın hüsn ile evlenebilmesi için koşulan şart; kalp ülkesine gidip oradaki kimyayı getirmektir der kabilenin uluları. Ama bu iş kolay değildir. Kalp ülkesine gidebilmek için bin bir tehlike, meşakkat dolu bir yolculuğa çıkması gerekmektedir.

“Hoşça Bak Zatına Kim Zübde-i âlemsin sen”

1)

Ey dil ey dil niye bu rütbede pür gâmsın sen

Gerçi vîrâne isen genc-i mutalsamsın sen

Secde-fermâ-yi melek zât-ı mükerremsin sen

Bildiğin gibi değil cümleden akvâmsın sen

Rûhsun nefha-i Cibril ile tev’emsin sen

Sırr-ı Hak’sın mesel-i İsi-i Meryem’sin sen

Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen

Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen

1)

Ey gönül! Ey gönül! Neden kederdesin sen

Belki viranesin ama tılsımlı bir definesin sen

Öyle yücesin, meleklerin secde ettiğisin sen

Hepsinden üstünsün, bildiğin gibi değilsin sen

Ruhsun, Cebrail nefesinin ikizisin sen

Hakkın sırrı, Meryem oğlu İsa’nın benzerisin sen

İyi bak kendine âlemin özü özeti sensin, sen

Kâinatın gözbebeği olan Ademsin sen

1)

(Ey dil) Ey gönül. Şairin kendini gönlüne seslenişi şiiri didaktik olmaktan lirik olmaya geçirmektedir. Kimseye bir şey öğretmek için değil kendi iç dünyasında kendiyle hesaplaşmaktır amacı. (Niye bu rütbede) Rütbe, derece, mevki, makam, basamak anlamlarına gelir. (Pür-gam) gam ve kederle dolu olmak. Eğer “rütbe” kelimesine derece anlamı verilirse mısra “Ey gönül niye bu kadar keder içindesin” şeklinde anlaşılabilir. Fakat şiirde “rütbe” kelimesi şifredir. “Makam” ve “basamak” şeklinde düşünüldüğünde şairin varoluşsal bir evreden bahsettiği duyumsanır. Biz bu varlığa çok farklı evrelerden geçerek, her bir basamaktan bir diğer basamağa, bir rütbeden diğerine geçerek ulaştık. Ete kemiğe bürünmüş, elle tutulur gözle görülür bu hâlimiz kederlere ve acılara açık hâle getirdi. Bu durum bizi viraneye çevirmiş olabilir. (Gerçi virane isen) Fakat virane olmanın sağlayacağı imkânı düşün. Viraneler genel olarak değersiz işe yaramaz şeyler zannedilir. Ancak hazineler hep viranelerde gizlenmiştir. Saraylarda kaşanelerde hazine olmaz. Çektiğin her acı düştüğün her keder seni viraneye çevirdikçe içinde saklı hazineye ulaştıracak bir yol açılır. Acı ve keder insanı kâmil olmaya götüren bir yoldur. (Genc-i mutalsamsın sen) “Sen tılsımlı bir hazinesin) İşte bu yüzden tılsımlı bir hazine barındırdığını hatta o hazinenin bizzat kendin olduğunu unutma. (Secde-fermâ-yi melek) Meleklere “buna secde edin” emrinin verildiği değerde, o kadar (zât-ı mükerremsin sen) Allah, yeryüzünde bir halife yaratacağını söylemiş sonra Hazret-i Âdem’i yaratmış sonra da meleklere secde etmesini emretmişti. Varoluşun başlangıçtaki evrelerinden biriydi bu durum. Daha önceki merhalesi ruhlar âlemindeki yaratılış ve “ben rabbiniz değil miyim?” sorusuydu. (Bildiğin gibi değil cümleden akvâmsın sen) Melekler gibi yaratılmışların üst katmanındaki varlıklara secde etmelerinin ferman edilmesi ne demektir? Senin hepsinden daha güçlü, daha zorlu, daha kuvvetli daha üstte olduğun demektir. Kendinin etten kemikten hâline bakıp da kendini bundan ibaret sanma. Öyle biliyorsun ama öyle değil. Madde değil (Ruhsun) Maddeden ibaret değilsin. (Nefha-i Cibril ile tev’emsin sen) Cebrail’in nefesi ile ikiz olmak hasebiyle de maddenin ötesinde, hatta maddeye hayat veren güç, hayatı sağlayan enerji oluşunla ilintili. (Sırr-ı Hak’sın) Bu izahın ötesinde kalan mutlak hakikati ifadeye gücümüz yetmediği için “sır” diyoruz.  Sen bu sırsın, Hakkın sırrısın. Varoluşunu bağladığın sebepler var olmaya yetmez. Tıpkı Hazreti Meryem’in oğlu Hazret-i İsa’nın varoluşu gibi, sonsuz kudret seni var etmek için o sebeplere muhtaç değildir. Senin varlığın da ona benzer. (Mesel-i İsi-i Meryem’sin sen)

(Hoşça bak zâtına kim) İyi bak kendine (zübde-i âlemsin sen) âlemin özü özeti sensin, sen, (Merdüm-i dîde-i ekvân) Kâinatın gözbebeği (olan âdemsin sen)

2)

Merteben ayn-ı müsemmâdadır esmâ sanma

Merciin Hâlik-i eşyâdadır eşyâ sanma

Gördüğün emr-i muhakkakları rü’yâ sanma

Başkasın kendini sûretle heyûla sanma

Keşf ile sâbit olan mâ’niyi dâ’vâ sanma

Hakkına söylenen evsâfı müdârâ sanma

Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen

Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen

2)

Merteben adlandıranın katında adlarda sanma

Kaynağın eşyayı yaratandır, eşyada sanma

Gördüğün mutlak gerçekliği rüya sanma

Başkasın, kendini suret ve heyula sanma

Anlam keşf ile kesinleşir, boş dava sanma

Hakkında bu söylenenleri riya sanma

İyi bak kendine âlemin özü özeti sensin, sen

Kâinatın gözbebeği olan Ademsin sen

2)

(Merteben) Rütbe kelimesinin eş anlamlısı. Derecen, makamın, varoluşunda bulunduğun katman. (ayn-ı müsemmadadır) İsim verenle aynıdır.  (esmâ sanma) İsimleri verenin verdiği isimlerden birinden ibaret olduğunu sanma. Varlık zatın tecellisidir. Bu tecelliden sonra varlık meydana gelmiştir. Sonrasında o varlığa verilen isimler gelir. Sen isim verenin tecellisi olduğun için var olduğunu unutup kendi varlığını başka mertebelerde arama. (Merciin) Varlık bulduğun kaynak (Halik-i eşyadadır) Eşyayı yaratanın katındadır. (Eşya sanma) Diğer eşyalar gibi bir eşya olduğunu zannetme. (Gördüğün emr-i muhakkakları rü’yâ sanma) Kendi gerçekliğinden şüpheye düşüp rüya veya hülya olduğunu düşünme, öyle de değilsin. (Başkasın) kendi hakkındaki bilgin de düşüncelerin de yetersiz. Başkasın. (Kendini suretle heyula sanma) Aynı zamanda gerçekliğinden şüpheye düşerek kendini bir suretten bir heyuladan ibaret sanma. Bu gerçekliğe akıl yürütmeyle, tecrübeyle, talim ile ulaşamazsın. Bunu idrak “keşf” ile olur. Keşfinle ulaştığın hakikati (sâbit olan mâ’niyi dâ’vâ sanma) boş bir dava, mesnetsiz bir iddia da sanma. (Hakkına söylenen evsâfı) ne olduğun nice olduğun, vasıflarını anlatan bu sözleri, (müdârâ sanma) sana hoş görünmek için, yağ çekmek için, hoşuna gitsin diye söylenmiş sözler sanma. 

(Hoşça bak zâtına kim) İyi bak kendine (zübde-i âlemsin sen) âlemin özü özeti sensin, sen, (Merdüm-i dîde-i ekvân) Kâinatın gözbebeği (olan âdemsin sen)

3)

İnleyip sırrını fâşeyleme ağyâra sakın

Düşme bilmezlik ile varta-i inkâra sakın

Değmesin âhların kâkül-i dildâra sakın

Sonra Mansûr gibi çıkman olur dâra sakın

Arz-ı acz etmeyesin yâreden ol yâra sakın

Bulduğun cevher-i âlîleri bîçâre sakın

Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen

Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen

3)

Ağlayıp inleyerek sırrını açma ağyara sakın

Bir çukurdur, cahillikle düşme inkara sakın

Çektiğin Ah değmesin sevgilinin saçına sakın

Sonra Mansur gibi çıkma darağacına sakın

Aczini söyleme yâre yarandan yakınma sakın

Bulduğun cevheri biçarelik edip saçma sakın

İyi bak kendine âlemin özü özeti sensin, sen

Kâinatın gözbebeği olan Ademsin sen

3)

(İnleyip) Çektiğin acıya dayanamayıp ağlama sakın, inlemen, (sırrını) içinde sakladığın, acın, kederin, derdin, sadece seni ilgilendiren ve sadece senin bileceğin sırrındır, onu açığa çıkarır. (fâş eyleme) Bunu yapma, sırrını faş etme, doğrudan sırrını ortaya dökecek konuşmayı, sızlanmayı, anlatmayı bir tarafa bırak, inlemen bile sırrını faş etmen olacaktır, bunu yapma. (Ağyâra sakın) Dostun olmayana, belki kendinden başka hiç kimseye. Hâlden bilmez, derdini anlamaz bir nadana derdini söylemek seni daha çok derde sokar. Sırf konuşmuş olmak için konuşmuş olursun. Daha da vahimi asıl dostunu ihmal etmiş ona söylemen onunla paylaşma gereken sırrını gitmiş bir yabancıya anlatmış olursun. Bu da dostluğun hukukunu zedeler.  
(Düşme bilmezlik ile) Bunlar çoğu zaman cahillikle olur. Cahillik (varta-i inkâra sakın) götürür insanı. Gözlerini dikmen gereken manevi âleme dair olanları yok saymak görmediğin veya dokunmadığın için onların varlığını inkâr etmek cahilliktir. İnkâr insanın içinden çıkması zor bir çukurdur. Düşme o çukura sakın. (Değmesin âhların) inlerken ağzından çıkan ah sesi, ah edişin, derdin ve acının şikâyeti, (kâkül-i dildâra sakın) gider sevgilinin saçına değer, onu rahatsız eder. Onu üzer. Ona acını ve kederini değil sevgini ve aşkını göstermelisin. (Sonra Mansûr gibi çıkman olur dâra sakın) Hallacı Mansur öyle bir aşk ateşinin içine düştü ki yandı. Köz oldu. Tıpkı demirin ateşin içinde ateşe dönüşmesine benziyordu durumu. “Ben ateşim” dese yalan değildi. Aslında demir olanın ateşe dönüşünce “ben ateşim” demesi tam olarak doğru da değildi. Ateşin içinde ateşe dönüşmesini ifade ediyordu. Yoksa demir oluşu devam ediyordu. Mansur’un “enel-hak” demesi benliğini aşkın içinde yok ettiğini anlatmaya çalışıyordu. Fakat o ağyara sırrını faş etmiş, onu anlamayacak olanlara anlamayacakları sırrını söylemişti. Bu yüzden dara ağacına çekildi. İdam edildi. (Arz-ı acz etmeyesin) yaşadığın acı keder ve dertten acizliğe düşüp aczini ve çaresizliğini dillendirme (yâreden) aşkın sana yüklediği gamdan, seni yaralamış olmasından, (ol yâra sakın) o sevgiliye aşkının yükünden şikâyet etmiş olursun. Bu da aşkın gerçekliğine aykırı olur. (Bulduğun cevher-i âlîleri bîçâre sakın) Çaresizlik senin sahip olduğun cevheri sağa sola saçmana sebep olmasın.

(Hoşça bak zâtına kim) İyi bak kendine (zübde-i âlemsin sen) âlemin özü özeti sensin, sen, (Merdüm-i dîde-i ekvân) Kâinatın gözbebeği (olan âdemsin sen)

4)

Sendedir mahzen-i esrâr-ı mahabbet sende

Sendedir mâden-i envâr-ı fütüvvet sende

Gizli gizli dahi vardır nice hâlet sende

Marifet sende hüner sende hakikât sende

Nazar etsen yer u gök cennet u duzah sende

Arş u kürsiyy ü melek sendedir sende

Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen

Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen

4)

Sendedir sırlar mahzeni muhabbet sende

Sendedir nurların madeni asalet sende

Bilinmeyen daha nice gizli haslet sende

Marifet sende, hüner sende, hakikat sende

Bir baksan, yer, gök, cehennem ve cennet sende

Arş da kürsü de melek de ulviyet sende

İyi bak kendine âlemin özü özeti sensin, sen

Kâinatın gözbebeği olan Ademsin sen

4)

(Sendedir mahzen-i esrâr-ı mahabbet sende) Muhabbet mahzeninin sırları sendedir. (Sendedir mâden-i envâr-ı fütüvvet sende) soy temizliğinin, mertliğin, yiğitliğin, gençliğin, delikanlılığın, cömertliğin, el açıklığının madeni ve bu üstün özelliklerden doğan nur da sendedir. (Gizli gizli dahi vardır nice hâlet sende) Bu saydıklarımdan daha başka nice üstün özellikler, nice hasletler de sendedir. (Marifet sende hüner sende hakikat sende) Marifet de hüner de hakikat de sendedir. (Nazar etsen yer u gök cennet u duzah sende) Dikkatle baksan görürsün, yer ve gök, cennet ve cehennem de sende. (Arş u kürsiyy ü melek sendedir sende) Yaratanın egemenliğini ifade eden arş ve kürsü, o arş ve kürsüdeki görevli meleklerde sende. Bu idrakin ötesinde kalan gerçekliği algılayıp, ona iman etmek, aklını o iman seviyesine yükseltebilmek kabiliyeti sendedir.

(Hoşça bak zâtına kim) İyi bak kendine (zübde-i âlemsin sen) âlemin özü özeti sensin, sen, (Merdüm-i dîde-i ekvân) Kâinatın gözbebeği (olan âdemsin sen)

5)

Hayftır şâh iken âlemde gedâ olmayasın

Keder-âlûde-i ümmîd ü recâ olmayasın

Vâdî-i ye’se düşüp hiç ü hebâ olmayasın

Yanılıp rehrev-i sahrâ-yı belâ olmayasın

Âdeme muttasıl ol tâ ki cüdâ olmayasın

Secdeler eyle ki merdûd-i Hüdâ olmayasın

Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen

Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen

5)

Yazıktır, âlemde sultanken olma geda aman

Ümidine keder bulaştırıp sonra yalvarma aman

Umutsuzluk vadisine düşüp olma heba aman

Yanılıp düşme bela çölünün yollarına aman

Âdem’den ki aslındır düşme uzağa aman

Secdeler et! Huda’nın kovduğu olma aman

İyi bak kendine âlemin özü özeti sensin, sen

Kâinatın gözbebeği olan Ademsin sen

5)

(Hayftır) Yazıktır, yazık olur, yazık etmiş olursun kendine. (Şâh iken âlemde) Bu âlemde var oluşun şahlık mertebesindeyken. Böyle yüce bir yaratılıştan geliyorken. Yer ve gökler ve diğer mahlukat sana hizmet etmeleri için yaratılmışken, sana onların üzerinde bir padişahlık, onların sana hizmet etme vazifesi ihsan edilmişken kendini kendine köle yapma. Köleleşme. Padişahlığını kaybetme, vücut ülkeni elden çıkarma. Böyle yaparsan (Keder-âlûde-i ümmîd ü recâ) kedere bulanmış bütün umutlarını kaybetmiş duruma düşersin. Sakın böyle (olmayasın) Umutsuzluk çölde yolunu kaybedip çıkışını bulmanın çok zor olduğu bir vadiye benzer. O vadiye düşersen sahip olduğun hasletleri, değerleri, hazineleri, özellikleri, meziyetleri kaybedersin. İşte o zaman kendini heba olmuş say. (Vâdî-i ye’se düşüp hiç ü hebâ olmayasın) Ne olur heba etme kendini. (Yanılıp rehrev-i sahrâ-yı belâ) Belalar sahrasında yola düşme, o bir yanılgı, o hata, o bilmezlik. Sakın bu hatayı yapanlardan (olmayasın). Çünkü işin kaybedilmemesi gereken kulpu “insan” olma bilincini kaybetmemektir. “İnsaniyet” bir başka söyleyişle “Âdemiyet” hangi varlık katmanında nasıl var olduğumuzu içimizde tutmamız gereken en büyük hakikat. Kendi dış etkenlerimiz bu büyük hakikati perdelemekte. Bazılarının insanı bir makine gibi, diğer bazılarının bir kas, et ve kemik yığını, diğer bazılarının hücrelerin bilinçsizce teşekkülü ve diğer birçoklarının aptalca görüşlerine sakın kapılma. Bunlar “Âdemiyet” gerçeğinden uzaklaşmana sebep olur. O yüzden (Âdeme muttasıl ol) Hiç o büyük hakikat ile olan ilişkini ve irtibatını koparma. Koparmaya yol açacak zararlı yan unsurlardan uzak dur. (Tâ ki cüdâ olmayasın) Ayrı düşersin. Âdemiyetten uzaklaşırsın, uzak kalırsın. Uzaklaşırsan uzaklaştırılırsın. Aman dikkat et. Yakınlaşmak secde ile olur. Secde ile yakınlaş. Secdeyi emredene secde et ki secde edilmeye müstahak olasın. (Secdeler eyle) Aksi. Aksi felaket olur. Gidene “git” denir. (Ki merdûd-i Hüdâ). Huda’nın reddettiği(olmayasın) sakın.

(Hoşça bak zâtına kim) İyi bak kendine (zübde-i âlemsin sen) âlemin özü özeti sensin, sen, (Merdüm-i dîde-i ekvân) Kâinatın gözbebeği (olan âdemsin sen)

6)

Merk-i hâtif gibi bu kayd-ı sivâdan güzer et

Erişen hâr u hasa âteş-i aşkı siper et

Dâmenin tutmaya âsâr-ı alâyık hazer et

Şems veş hâhiş-i Munlâ ile azm-i sefer et

Sâf kıl âyineni kâbil-i aks-i suver et

Hele bir cem’-i havâs eyle de Gâlib nazar et

Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen

Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen

6)

Derinin içine işlemiş bu madde kaydını terk et

Dünyanın çerçöpü ulaşır, aşk ateşini siper et

Eteğine bulaşır arzu ve istek sakın dikkat et

Şems gibi, yola Mevlânâ ile çık öyle sefer et

Gönül aynanı temizle yansıtmaya hazır et

Galip! Hele bir duygularını topla öyle nazar et

İyi bak kendine âlemin özü özeti sensin, sen

Kâinatın gözbebeği olan Ademsin sen

6)

(Merk-i hâtif) Merk, sözlüklerde, kokmuş deri, derinin yününü yolmak, kazımak, nüfuz etmek, içine işlemek gibi çok tuhaf ve farklı anlamlara geliyor. İzafetteki diğer kelime daha da tuhaf. Görülmeyen fakat sesi duyulan. Seslenen, bağıran. Gaipten ses veren melek. Eski putperest mabetlerinde sorulara karşılık veren vazifeli, kâhin, demekmiş. Şair burada adeta anlama kanat takmış. Derinin içine nüfuz etme kabiliyetinde olan bu gizli ses ne ola ki? Bu gizli ses bizatihi var değil sadece “kabiliyetinde” (gibi) zarfı o sesin gerçekliğindeki kuşkuyu ifade ediyor. Gerçek gibi gelebilir, ama değil. (Bu kayd-ı sivâdan) Siva, başka, gayrı demektir. (Masiva) şeklinde bir tasavvuf terimi olarak Allah’tan başka her şey anlamında kullanılır.  (Madde) çok cılız ve çok yetersiz kalmakla beraber kasıt odur anlamına gelecek şekilde denenen bir kelime. Soyut olana, anlama madde aracılığıyla ulaşıyoruz. Onun aracılığını geçemezsek, manaya ulaşma imkanını kaybediyoruz. Bizi anlama ulaştırmakla görevli madde yolumuzu kesiyor, putperest kahinler gibi söylediğini yeterli saymamızı istiyor. İşte bundan (Güzer et) sakın. Eğer sakınmazsan ayağına çer çöp, zir zibil dolaşır. Hiç yol alamazsın. İlerleyemezsin. Yükselemezsin. Âdemiyet makamından cüda düşersin. Fakat korkma tehlikeyi söyleyip seni korkutmak değil işim, çaresi de var. Burada. Bu tehlikenin çaresi, bütün çer çöpü, kiri pası aşk ateşiyle engelle. (Erişen hâr u hasa âteş-i aşkı siper et) Aşk ateşi hepsine siperdir, hepsine karşı seni koruyacaktır. Buna benzer tehlikelerden biri de (Dâmenin tutmaya âsâr-ı alâyık) eteğine bulaşacak arzularındır. Bundan da sakın, bundan da (hazer et)

Şems-i Tebrizi ve Hazreti Mevlâna gibi beraber yola çıkacak birini bul. Veya onlarla yola çık.

(Şems veş hâhiş-i Munlâ ile azm-i sefer et) (Sâf kıl âyineni kâbil-i aks-i suver et) İşte o zaman gönül aynan da pas kalmaz, saflaşır, suretlerin ve anlamların aksi düşer, gerçeğe ulaşır, hakikate erersin. (Hele bir cem’-i havâs eyle de Gâlib nazar et) Şair şiirin en başında olduğu gibi sözü kendine çevirerek kendine hitap ediyor ve (cem-i havas) tabiriyle bütün yeteneklerini birleştir, toplan, kendine gel her şeye ama her şey önceye sonraya şimdiye bu güçle bak! Zayıf yetersiz cılız dar ve sığ bir bakış açısıyla kendini yormaktan başka hiçbir sonuç elde edemezsin, diyor.

(Hoşça bak zâtına kim) İyi bak kendine (zübde-i âlemsin sen) âlemin özü özeti sensin, sen, (Merdüm-i dîde-i ekvân) Kâinatın gözbebeği (olan âdemsin sen)

*