Kitap İnceleme / Mehmet Harputlu

Kadife Bey

Richard Skinner / Yusuf Eradam

“Mösyö Takahashi bürosunda kapısı da sonuna kadar açık. Gazetelere bakıyor & ben öksürünce başını kaldırıyor.

“A, Mister Satie, güzel. Ben de sizi aramaya çıkıyordum”

Gazetelere işaret ediyor. “Ölüm ilanınız yayımlanmış. Bakmak ister misiniz?”

“Tabi ki isterim” diyorum.

Ölüm ilanım Le Figaro’da çıkmış & Şöyle diyor.

“Çağdaş Fransız müziğine büyük etkisi bulunan bu müzisyen her zaman tam olarak anlaşılamamıştır; fakat böyle olması için de kendisi elinden geleni ardına koymamıştır”

 

Bu kısa bölüm yedinci günde geçer. Yedi gün önce ölen besteci Satie veya Kadife Bey Araf’ta bir yerde misafir edilmektedir. Kendisine sonsuz hayata geçebilmesi için dünyadaki en iyi hatırasını seçmesi gerektiği söylenmiştir. Yedi gündür bulunduğu Araf’ın yöneticisi olan Mösyö Takahashi, eğer bu seçimi yapamazsa, yanına bir anı alamazsa bir yere gidemeyeceğini burada kalmak zorunda olduğunu söylemiş ve yedi gün süre vermiştir. Kadife Bey yedi gün boyunca bütün hayatını gözden geçirir. Tuhaf bir hayat yaşamıştır. Besteler yapmıştır. Bestelerinin birçoğu başarılı olmamıştır. Âşık olmuş ama bir araya gelememiştir. Eline para geçince birkaç takım kadife elbise yaptırmış ömrü boyunca hep aynı elbiseyle dolaşmış bu yüzden kendisine “Kadife Bey” ismi takılmıştır. Çok yakın dostuyla bile ilişkileri gelgitlerle doludur. Ama en tuhafı bu anılarından birini seçmek için gözlerinin önünden geçirirken acı, pişmanlık, hayal kırıklığı hissetmemektedir. Dünyaya boş vererek yaşayan bir dadaistin bir anı seçmesi gerekten zordur. Bir türlü seçimi başaramaz.

Nihayet yedinci gün, tecrübelerin kendisi için bir tür felç olduğunu fark eder. Zihnini dolduran imgeleri gerçek olaylarla ilintileyemez. Çünkü bu o imgelerin ölmesine neden olmaktadır. Hayal etmenin tecrübe etmekten çok daha zenginleştirici olduğuna karar verir. En iyi günlerim tefekkür ile geçen tecrübe ile lekelenmemiş olan günlerimdir der kendi kendine. Çünkü böyle günler diğer günlerle bağlanmaz öylece zaman içinde durur.

Son söyledikleri şu satırlardadır:

“Bazen düşünüyorum da yaşayayım diye karşıma çıkarılan dramların hepsinden geçmeye zamanım olmadı. Büyük aşklar, fantastik törenler, aşırı coşkulu intikamlar, bunların hepsi benim kapımı çaldı çalmasına ama ben evde yoktum. Benim şiirsel esrikliğim yavaş, yavaş olaysız bir hayat oldu”

Kara plak yayınlarından çıkmış, Mayıs 2016, Birinci Baskı, İstanbul künyeli kitap 140 sayfa. Özgün adı The Velver Gentleman şeklinde kayıt düşülmüş. Richard Skinner / 2014. Türkçeye Yusuf Eradam çevirmiş.

Kitabın üç ilginç özelliği var.

Birincisi; yazarın son bölümde yaptığı açıklamaya göre Erik Satie / Kadife Bey’in bir kurgu karakter değil gerçek bir şahıs olması. Romanın biyografik bir kurgulama oluşu. Belgesel drama diyebileceğimiz bir türün gün geçtikçe ilgi çekici bir biçimde yaygınlaşmasına işaret etmek gerekiyor. Tuhaf bir hayat sürmüş sıra dışı bir müzisyenin öldükten sonraki günleri üzerinden bir hikâye çıkarmayı başarılı bir yazım biçimi olarak kabul etmek durumundayız.

İkincisi, öldükten sonraki hayatın şöyle veya böyle bütün insanların ilgi alanı içinde oluşudur. Sekülerizmin din ile silahlı çatışmaya giriştiği şu günümüzde alanlarının iç içe girdiğini, dinlerin dünyevileştiği, dinsizliğin soyut semboller üzerinden var oluş mücadelesi verdiğini görmek insanı şaşırtıyor. Hikâyenin kahramanının dünyevileşmeye başkaldırışı, sahip olmadan her şeye boş vererek adeta bir derviş gibi yaşamış olması bu süreci ciddi boyutta beslemiş. Üzerinde çok konuşulacak ve düşünülecek bir tedahüldür bu durum.

Üçüncüsü ise biçimsel olarak yeni gördüğümüz için ilk olduğunu düşündüğümüz bir özellik. Yazar (ve) bağlacını hiçbir şekilde kullanmamış. Onun yerine (&) işaretini tercih etmiş. Bu işareti yok sayarak okuduğumuzda cümlenin yapısının değişmediğini görmek şaşırtıcı bir şekilde (ve) bağlacının çok da önemli olmadığını –gereksiz de denilebilir- gösteriyor.

Mehmet Harputlu