Söze “Bilmiyordum, yeni öğrendim” diye başlayacaktım, içimden bir ses “neyi biliyorsun ki” dedi. Bilmek insan zihninin bilinmeyenle temasıdır. Bu temas ne kadar genişlerse, insan hep ne kadar çok şey bilmediğini öğrenir. Bir bakıma öğrenmek bilmek değil bilmediğini bilmektir diyen hikmetin ışığında bak meseleye.
İçimden gelen sesler bazen doğruyu söyler.
“Suzi” ne demektir diye bir soru sorsam ihtimal ki benim yaşıtım olanlar, onu bilmeye ne var, Yüzbaşı Tom Miks’in uzatmalı sevgilisi, Albay’ın kızı diyeceklerdir. Yaşı daha küçük olanların ne diyeceğini bilmek değil tahmin yürütmek bile imkânsız.
“Suzi” mahlaslı bir şair varmış. “Yanan” “Yanmakta olan” “Yangına ait” anlamlarındaki bu mahlasın sahibi mutasavvıf şairlerdenmiş. Yunus gibi yüzlerce şairden biri, harikulade Türkçesiyle çok güzel şiirleri var. Gönlü tarif eden bir şiirinde şunları söylüyor.
[Gönül Rahman’ın arşıdır. Onun sırrının burhanıdır. İlhamın bilinmeyen kaynağıdır. Kâmil insan onunla miraca yükselir. Ariflik makamına yükselenlerin başındaki taçtır. Bütün işler ona muhtaçtır. Gönül âlemi kuşatmıştır. Her işin olmadan önceki hükmü ondan gelir. Gönlün sırrı ezelidir. Sırların zeval bulmayanın aynasıdır. Gönül yananların yangın yeridir. Gönül her yanışın sığınağıdır. Aslında yanışın sebebi de odur]
Ah bunların ne dediğini çıkara dayanmayan bir davranışa şahit olduğunda dudaklarını bükerek küçümseyen bir ses tonuyla “duygusal” diyen hödükler de anlayabilseydi. Duygusal kelimesine hak etmediği ağır bir yükü bindirerek yapmaya çalıştığın istihfaf ve istihkar da duygu değil mi? Kibrin, ben güçlü ve kudretliyim, senden üstünüm, ben hesap adamıyım deyişin hep içlerinde bir yerde nefsine sıvanmış duyguların değil mi?
Nefis, kalp, gönül, ruh dendiğinde, elektronik tıbbi cihazların ekranlarında izi işareti görünmeyen bir şeyden bahsetmiş oluyoruz. Kalp, ciğer, ciğerin akı karası, mide, bağırsak, dalak değil. Bunlar da içimizde ama izini işaretini resmini görebiliyor, arızasını tespit edebiliyoruz. Fakat diğerleri öyle mi? Adı var kendisi yok.
Göremediğine “yok” demek pozitivist tahakkümün modern cahillerinin işidir. Ruh için yok derler ama ruhbilim adını verdikleri bilimleri vardır. İnsan davranışlarını beynin loblarına, nöronlarına göre sınıflar açıklarlar. O açıklamaların yetersizliğine güdüklüğüne sonra döner kendileri gülerler. Sıkıştıklarında bilim nasıllığı konu alır nedenleri değil mugalatasıyla işin içinden çıkmaya çalışırlar.
Oysa Suzi işi dört cümlede çözmüş. Her işin olmadan önceki hükmü gönülden gelir, diyor. Bütün davranışların iradesi bir duyguya istinat eder. Bu duyguların merkezi gönül denilen enerji trafosudur. Frekansları orası alır ve oradan dağılır. Gelen frekansların bazısı salgı bezlerinin faaliyeti sonucudur, bazısı parazittir, bazısı gerçek merkezden gelir. Alışkanlıkları, saplantıları, hafızası, bilgisi veya cehaleti bu frekanslara ne kadar açık ne kadar kapalı olduğunu belirler. Bunların hepsi de soyut duygulardır. O duyguya göre bir karara varır o karara göre bir eylem çıkar ortaya. Her eylemin başlangıç noktası gönüldür bu bakımdan.
Bu konuda bir başka mutasavvıf şair, Şeyh Vasfi bir şiirinde işi bir merhale ileriye benim gibi sıradan insanların zirve diyeceği bir yüksekliğe taşır.
Şeyh Vasfi’nin şiirini Ahenk Dergisi’nin 51. Sayısının “Şiir Defteri” bölümünde okuyabilirsiniz.
O şiirin bir beyti mısra-i bercestedir.
“Masivail-mahbuba yol vermez sara-yı kalbimin
Aşk derler namına dehşetli bir serhengi var”
Beyti bercestedir. Şair gönlünü bir saraya benzetiyor. Mecaz-ı mürsel. Masiva tasavvuf terimi olması hasebiyle “sevgiliden başkası” için masivanın kullanılması, sevgiliden kastın Cenab-ı Hak olduğunu ihsas ettiriyor. Telmih. Serheng / bekçi, koruma görevlisi, yasakçı memur. “Tenasüb” Aşkın gönül sarayını koruyan görevli olarak düşünülmesi, istiare. İnsan gönlünün asıl sahibinden başkasının girmesine izin verilmeyecek kutsal bir mekân olduğu, gönlüne giren şeylere dikkat etmezse, her hoşlandığı, her beğendiği, her arzu ettiği gönlüne girerse oranın bir yolgeçen hanına dönüp viran olacağı, yıkılacağı, öleceği “mürde-dil” olacağı beyan ediliyor. Bu faciayı önleyecek gücün ise aşk olduğu söyleniyor. Aşkın kalbi yabancılardan koruyan bir yasakçı memur olarak tarif edilmesi hem nedret hem belagat açısından mükemmel bir hüsnü talil sanatı.
Bu bahsi “her şey gönlünüze göre olsun” temennisiyle bitirmek hoş düşecekti. Ama gönül sarayınızı yabancılardan koruyan aşkınız yoksa gönül sarayınız ağyar tarafından istila edilmiş durumda ise “her şey gönlünüze göre olmasın” sakın.
Atilla Gagavuz