Aşının Yan Etkisi

Eski bir şarkı “vücut iklimin sultanı sensin” der. Konu hemen sultanlığa, krallığa,başkanlığa, padişahlığa doğru gittiğinden anlam siyasi bir düzleme doğru kayabilir. Girişteki vücut iklimi tamlamasında, vücudun bir ülke ile eşleştirilmesi gözden kaçar. Oysa vücudun ülke, şehir, memleket anlam

ını yüklenen “iklim” kelimesiyle tamlanması sultanlıktan da, saltanattan da, bağımsızlıktan da, bireycilikten de, temel hak ve özgürlüklerden de daha önemlidir. Vücudun bir ülke veya şehir gibi düşünülmesi çok dikkate değer, değil mi? İç benliğin hüküm sürdüğü, sınırları olan bir ülke. Hâliyle, sınırlarının korunması gereken, işgale uğramaması için teyakkuzda bulunulması gereken bir ülke.
Vücudun bu metafora uygun yapısı hayrete düşürecek derecededir. Dışarıdan gelecek saldırılara, virüslere, mikroorganizmalara karşı onlarla savaşacak ve onları yok edecek şekilde hücre üreten bir savunma sistemi vardır. Buna bağışıklık sistemi denmektedir. Adeta bir ülkenin silahlı kuvvetleri gibi olan bu sistem vücuda dışarıdan sızan virüsü özellikleri ile tanır, hatta bu özellikleri hafızasında tutar, karşılaştığı anda üzerine saldırır ve yok eder. O kadar ki aminoasitlerle proteinler arasında benzerlik çok fazladır. Sistem bunları bile birbirinden ayırt edebilir. Ancak bu savunma gücünün işlevini yerine getirebilmesi için hücrede o bilginin olması gerekir.
Hücrelere bu bilgi öncelikle genetik yoldan geçer. Çocuk anne sütünü emdiğinde, annenin geçirdiği bütün hastalıklara karşı bağışıklık kazanmış olur. İkinci bir yol “aşı” denilen işlemdir. Vücuda tehdit olan virüs, hücrelerin tanıyacağı miktarda vücuda verilir. Sistem böylece o virüsün yol açacağı tahribata karşı bağışıklık kazanmış olur. Bu, bir ülkenin savunma gücünün, düşman ordularının silahlarını öğrenip onlarla mücadele edecek yeni askerler yetiştirmesine benzer.
Yedi yüz yıl çok geniş bir coğrafyada hüküm süren, bundan maada dünyaya büyük bir medeniyet miras bırakan Osmanlı neden ve nasıl yıkıldı? Bu soruya cevap arayanların yolu “Batılılaşma” kavramının kavşağında ayrılır. Yolun birisi “Batılılaşamadığı” cevabını verenlerin girdiği yoldur. İkincisi bunun tam aksi istikametine giden “Batılılaştığı için” cevabını verenlerin yoludur. Bu iki ana caddenin tali yolları da çoktur. “Batının medeniyetini alalım ama ahlakını almayalım” diyenler. “Batılılaşmak için kendimiz olmaktan vazgeçelim” diyenler. “İngiliz Muhipleri Cemiyeti” “Mavri Mira” ve diğerleri hep tali yollardır.
“Osmanlı şairlerini dinleseydi, hep aşk meşk işlerine değil de ‘vücut iklimi’ tamlamasındaki anlamı idrak etseydi yıkılmazdı” demek çok uçuk kaçacak. Ama düşmanına benzemek, düşmanına dönüşmek, düşmanın silahıyla silahlanmak gibi tezlerin arasındaki ince çizgiyle kavga edip durduk. Yıllarımız bu içi boş, anlamsız kavramların altına girip birbirimize yumruk atmakla geçti. Hayatı birbirimize zehir ettik.
İri iri laflarla sosyolojik analizler yapan şamanların “Vurun bre! Koman” naralarının tehdidi altında yaşamak zorunda kaldık. Başsavcılar çıktı; kendine benzemeyenler için “metastas yapmış ur” dedi. İki gazeteci sansasyonel bir haber üretmek için çarşaf giyip operaya, buz pateni yapılan alışveriş merkezine gitti; yuhalandılar.
Kendi adıma, ne yazık ki meseleyi yeni anladım. Bundan iki yüz elli sene önce memleketin bağışıklık sistemini geliştirmek için bazı sanatçılarımıza, aydınlarımıza devlet adamlarımıza virüs verilmiş. Ama aşının dozu ayarlanamamış, fazla gelmiş. Bu virüsler vücudu ele geçirmiş. Böylece adı bana benzeyenler beni düşman gibi görmeye başlamış. Bu kadar eziyeti onun için yapıp durmuşlar. O yüzden yıllardır sövüp sayarlarmış.
Hastaymış gariplerim.

Atilla Gagavuz