Kün Fe Yekün

Müzik, tarih boyunca birçok İslam Alimi’nin ve düşünürün üzerinde fikir ayrılıkları yaşadığı bir konu olagelmiştir. Kimisi doğrudan “Şeytan İcadı” olarak nitelemiş, kimileri içinde insan sesi olanla sadece enstruman kullanılan müziğe ayrı yorumlar yapmış, bazıları ise Allah’a ulaşmanın bir yolu olduğunu söylemiştir.
Tüm bu yorum ve görüşlerin ortak noktası ve aslında künhüne tam anlamıyla vakıf olamadığımız konu ise müziğin; insan ruhunu, davranışlarını ve maneviyatını etkilemesidir. Bir tele dokunulduğunda, bir kamışa nefes üflendiğinde çıkan sesin insanı derin bir üzüntüye, kedere sevketmesi ya da gergin bir deriye tekrarlı defalar vurulduğunda neşeli hissetmek nasıl açıklanabilir?
Enstrumanların çıkardığı titreşimlerin insanda oluşturduğu etki üzerine farkındalık da aslında insanlık tarihi kadar eskidir. Örneğin nota sisteminin de mucidi olarak anılan ünlü matematikçi ve filozof Pisagor (MÖ 570-495), telli çalgıları üstün tutuyor ve öğrencilerini flüt ve zil sesiyle kulaklarının bozulmasına izin vermemelerini tavsiye ediyordu. Ayrıca ruhun akıldışı etkilerden lir sesi dinlenerek korunacağını savunuyordu. Öte yandan özellikle Mevlevi inancına göre, hiçbir sanat insan ruhuna müzik kadar doğrudan doğruya ve içinden kavrayacak şekilde nüfuz edemez. Müzik, son derece değerli bir manevi temizlenme, ferahlama ve yücelme vasıtasıdır. Bunda en etkili ses ise ney sadasıdır.
Yine neredeyse müziğin keşfedildiği zamanlar kadar eski bir yöntem de ruhsal problemlerin tedavisinde müziğin, enstrumanın ve özellikle de su ve hayvan seslerinin kullanılmasıdır. Sadece bu tedaviler bile ses titreşiminin insan ruhuna etki etmesini ispat bakımından dikkat çekicidir.
Bir kısım görüşe göre müzik kelimesi Yunanca m-o-u-s-a harfleriyele yazılan ve “müsa” diye okunan “Peri” anlamındaki kelimeden gelir. Yine Yunanca’da –ike ve –ika takısı “konuşulan dil” anlamındadır. Müsa’ya eklenen –ike takısı kelimeye “Perilerin konuştuğu dil” anlamını verir. Musikiye daha sonraları İslami Terim ile “Meleklerin Dili” denmiştir. Zaten Hz. Mevlana da Musikiyi; “Ruhun cennetteki konuşmaları hatırlaması” olarak yorumlar.
Tanım olarak ise müzik; sesin ve sessizliğin belirli bir zaman aralığında ifade edildiği sanatsal formdur. Yani müzikten bahsederken sesten olduğu kadar sessizlikten de sözetmeliyiz. Biz yine de sessizlik konusunu başka bir yazıya bırakıp ses konusuna yönelelim.
Ses ve müzik birbirinden ayrılamayacak iki kavramdır. Tıpkı enstrumanlarda olduğu gibi ses çıkarmak için de vücudumuzda birkaç kası sıkar, gevşetir ve havayı ses tellerimize dokundurur ya da ağzımızın çeşitli noktalarına çarptırırız. Bu anlamıyla ses çıkarmak için vücudumuzu adeta bir enstruman olarak kullanırız.
İnsan için ses aslında doğrudan kulakla ilintili bir olaydır. Yani bizim duyabildiğimiz, algılayabildiğimiz sesler aslında kulağımızın duyma kabiliyeti kadardır. İnsan kulağı şiddet olarak 0-150 desibel, frekans olarak ise 20-20.000 Hz. aralığını duyar. Oysa Dünya üzerinde sesin ulaşabileceği maksimum frekans 3.400.000.000 Hz. olarak tespit edilmiştir. Yani aslında bizim duyuyoruz dediğimiz sesler de dünyada duyulabilecek sesler yanında neredeyse hiç kalır. Bu arada görmeyen Peygamber olduğu halde hiç sağır Peygamber gelmemiş olması da dikkate değer diğer husustur.
İnsanlık tarihi boyunca ses üzerine bu kadar araştırma ve tefekkür yapılmasına rağmen hala tam olarak her açıdan vakıf olunabilmiş değildir.
Peki ya ses hiç olmasaydı? Yüce Allah sesi niçin var etmiş, bunun üzerine düşünmek gerekmez mi?
Sadece iletişim için olduğunu söylemek kolaya kaçmak olur zira isteseydi düşünceleri aktarmanın birçok çeşidi yaratılabilirdi.
Hz.Mevlana “Herşey sesle başladı” der ve yine Kur’an’dan bildiğimiz gibi dünya hayatı bir sesle “Sur”un üflenmesi ile son bulacaktır. Aynı şekilde Şems-i Tebrizi “Musikinin ritminde bir sır saklıdır. Eğer onu ifşa etseydim Dünya alt üst olurdu” der.
Müzik ruhun gıdasıdır denir ama her gıdanın yararı olduğu kadar zararı da olabilir. Gerçek olan müziğin/sesin bir şekilde bu alemde ruha tesir etmesi ve bunun sonucunda hem duygusal hem fiziksel değişimlere yol açmasıdır. Bunun ötesinde hakikatini bilmediğimiz etkileri de mutlaka vardır.
Yüce Allah “kün feyekün” buyurur, Ol der ve olur !

Ahmet Saim